14 Ağustos 2017 Pazartesi

Şenol Güneş vs Fatih Terim














Bir Şenol Güneş hayranı olarak bu yazıyı nasıl kotaracağımı bilmiyorum. Neyse ki kategorik bir Fatih Terim düşmanı değilim. Belki bu yanıyla kurtarırız durumu. Zira bu yazıyla yapmak istediğim Fatih Terim’i küçümseyip Şenol Güneş’i yüceltmek değil. 1950’lerin başında biri Trabzon’da, biri Adana’da doğmuş iki Türk futbolu efsanesinin hikâyesine eğilmek ve onların hikâyeleri ve karakterleri üzerinden memleket futboluna dokunmak, niyetim bu. İlginçtir, ikisi de futbola kaleci olarak başlıyor fakat sonrasında Terim orta sahaya ve akabinde de libero mevkiine geçiş yapıyorken Güneş futbola başladığı mevki olan kalecilikte kalıyor ve efsane bir kaleci olarak en uzun süre gol yemeyen Türk kaleci unvanını halen elinde tutuyor.(Merak edenler için 1110 dakika, bu alandaki dünya rekoru 1816 dakikayla Brezilyalı kaleci Geraldo Pereira de Matos Filho ''Mazaropi''nin)
Elbette iki teknik adamın da birçok rekoru var ama konumuz onların sayılarla ifade edilebilecek rekorları değil. Anadolu’nun kuzeyinden ve güneyinden gelen bu 70’li yaşlarına ufak ufak yol alan iki adamın İstanbul’da serencama eren hikâyeleri meselemiz.

Şenol Güneş 2000’li yıllarda Milli Takımın başına geçtiğinde belki de hiç kimse onun Türk Milli Takımının tarihinde yakalayacağı en büyük başarı olan dünya üçüncülüğüne yürüyeceğini aklına bile getirmemiştir. Kesik kesik ve zaman zaman anlaşılmayan cümleleri, bizi hiç ilgilendirmemesi gereken ama ne yazık ki burnumuzu sokmaktan imtina etmediğimiz mütevazı yaşam tarzı ve üzerinde nazar boncuğu gibi taşıdığı taşralılığı... Herkes bütün bunları konuşurken bir Haziran günü Brezilya’ya karşı çatır çatır top oynayan bir Milli Takım bıraktı önümüze. Nerdeyse dakika dakika, pozisyon pozisyon hatırladığımız o Brezilya maçından sonra gruptan çıkmamız ve akabinde Japonya ve Senegal galibiyetleri ile dünya kupasında yarı final. Rakip yine Brezilya. Ronaldo’nun pis burunu ama yenmek gibi bir yenilmekle dünya üçüncülüğü. Şenol Güneş’in İlhan Mansız’ın attığı altın golden sonra saha ortasına çocuklar gibi koşarak sevinç naraları attığı sevinme sahnesi. (bu arada boynuna asılı akreditasyon kartının çılgın salınımı). O sahneyi hatırlayanlara bir sahne hatırlatması daha: Fatih Terim’in Popescu’nun penaltısından sonra yere çöküşü ve mimiklere bezenmiş o garip sevinci. Kazandıktan sonra bile azalmayan o hırs duygusu. Biri iyi biri kötü demek istemiyorum ama Fatih Terim ve Şenol Güneş arasındaki farkı en iyi o en mutlu anlarındaki halleri yansıtıyor bence.
Fatih Terim o hırslı sevincin ardından İtalya’nın yolunu tutar ve üstelik başarılı da olur. Ne ki Maldini’nin, takıma transferi sonrası Shevchenko’ya “Milan adab-ı muaşereti”ni öğretmekten mesul olduğu bu usulün esasın önünde geldiği takımda Terim tutunamaz ve yuvaya döner. Böylece Terim’in Milli Takım-Galatasaray serencamı devam eder.

Şenol Güneş ise o çocuksu sevinci yaşadığı dünya kupasının ardından talihsiz bir Euro 2004 elemeleri yaşar ve sonrasında Kore yollarını tutar. Bir nevi Uzak Doğu inzivasına çekilen Şenol Güneş orada geçirdiği yıllar boyunca gözlerden uzak kalır. Bana öyle geliyor ki Terim’in İtalya’da öğrendiğinden çok daha fazlasını o Kore’de öğrenmiştir. 

Daha sonrasında Terim başarısız bir Galatasaray döneminden sonra yeniden Milli Takımın başına geçer ve inanılmaz geri dönüşlere şahitlik eden Euro 2008’de takımı yarı finale çıkarır. Yarı finalde rakip Almanya’dır ve her zamanki Almanya’dır. Baştan sona çok daha iyi oynadığımız bir maçın sonunda 3-2 yenilerek finale ramak kala eleniriz. Güneş ise Trabzonspor’un başına geçer ve Uğur Meleke’nin deyimiyle Şenol Güneş Üniversitesi mezunlar vermeye devam eder. Futbol hayatı bitme noktasına gelen Burak’ı Avrupa’nın en iyi santraforlarından biri haline getirir. Daha öncesinde Fatih Tekke’ye bir sezonda 31 gol attıran da yine Güneş’in forvet fakültesinin üstün başarılarından biridir. Daha sonra geldiği Bursaspor’da ortalama bir santrafor olan Fernandao’dan bir gol kralı yarattığını ve daha nice “golcü gibi golcü” yetiştirdiğini anlatmaya gerek yok. İşin garibi kendisi bir kaleciyken nasıl bu denli iyi golcüler yetiştirebildiğidir. Kaleciliği çok iyi tanıdığından olsa gerek. Terimse futbolcu kazanmak konusunda Güneş kadar mahir değildir, belki akla Emre Belözoğlu gelebilir ama Emre’nin asıl mürşidi Hagi’dir. Terim’in başarısı oyunculara teknik bir gelişme imkânı sunmasından ziyade onları yüreklendirmedeki üstün yeteneği olsa gerek. Artık bir deyim haline gelen sloganı: taktik maktik yok, bam bam bam! Menfi manada söylemiyorum: tam bir Türkiye fotoğrafı. Fazla derin analizlere gelemeyen, başına buyruk, maceraperest. Fatih Terim’in 90’lı yıllarında sonundan itibaren uygulamaya koyduğu ve bence Türkiye’ye en yakışan futbol tarzı olan kaos futbolu ona sayısız başarı kazandırdı. Her oyuncunun en iyi yaptığı şeyi yapması ve oyunun üzerinde genel geçer, belirleyici bir taktiğin hüküm sürmesinden ziyade dakika dakika, pozisyon pozisyon değişen ve rakibi şaşırtmaya ve bunaltmaya odaklı bir futbol. Ne ki Terim’in ilk nüvelerini attığı bu futbolun şimdiki forsu eskisi kadar değil zira bu taktiksizlik gibi görünen taktiğin çok daha gelişmişini Klopp ve Mourinho sayısız değişik versiyonla denedi ve buna çözüm bulmak amacıyla diğer futbol adamları sayısız tepki mekanizması icat etti. Terim ise fizik kapasitesi Avrupalı meslektaşlarından geride olan Türk futbolcularla bunu daha fazla ilerletemeyeceğini anlayamadı ve bu değişen oyuna karşı yeni bir taktik ikame edemedi. Üstüne üstlük Güneş’in oyuncu (daha doğrusu insan) kazanmada Terim’den bir gömlek üstte olması ve değişen futbola karşı daha az statükocu olması onun Terim’e nispeten avantajı olarak gözüküyor. Fakat Güneş’in de oyun oynanırken oyuna müdahalede geç kalması ve oyunu okumada bazen tembel davranması ayrı bir handikabı olarak gözüküyor.

Fatih Terim’in takımı 75. Dakikada 2-0 gerideyse o maçın 3-2 bitme ihtimali her zaman Şenol Güneş takımından daha fazladır. Fakat bir Şenol Güneş takımının 2-0 geride olma ihtimali her zaman daha azdır ve 2-0 gerideyken bile mutlaka bir futbol zevki verme ihtimali yüksektir. İkisi de sözün kendilerinde olmasını isterler her zaman. Biri bunu öfkeyle diğeri sükûnet ile almaya çalışsa da. Her şartta ve durumda söyledikleri sözün yankılanmasını isterler, biri bunu hırsla diğeri imalarla yapsa da. İkisi de hala biraz taşralıdır, biri bıçkınlıkla diğeri kesik kesik cümlelerle bunu ifade etse de.    


Sonuç itibariyle memleketin gelmiş geçmiş en başarılı iki futbol adamı onlar ve sevsek de sevmesek de Türk futboluna birçok şey kazandırdılar. Görünen o ki daha birçok başarı daha kazandıracaklar.  

Hiç yorum yok:

Cepler boş, tribünler boş

Türkiye’ye gelen yabancı futbolcuların ilk röportajlarında olmazsa olmaz bir cümle vardır hani, geldikleri takımın çok ateşli bir taraf...