Evvela şunu belirtelim ki futbolda mevki meselesi çok mühim bir meseledir. Mühim fakat ne anlamda mühim? Şu anlamda: profesyonel olsun olmasın futbol oynayan birinin seçtiği mevki o kişinin karakteri, yaşantısı, çevresi, yaşam tarzı, düşünce yapısı ile önemli bir korelasyon sergiler. Elbette mahallede topu ayağımıza ilk aldığımız zaman hepimiz çılgın bir santrafor olarak başlarız işe yahut ilginçtir bazıları doğuştan kalecidir. Ama ben şimdiye dek futbol oynar oynamaz direk defanstan işe başlayanı görmedim. Öyle ya futbol nihayetinde bir gol atmak meselesidir.(İtalyanlar bu mevzuyu bir çaktı,2006’da dünya kupasını kaldırdı.) Futbolu hayata benzetme eğiliminde olan çoğu kişinin açık veya saklı dayanak noktası da budur. Hayat da onlara göre bir gol atma mevzusudur. Neyse geçelim şimdi futbol hayata fena halde benzercileri, biz meselemize dönelim: defans oynamak. Defans oynayan adamın müdafaasını yapalım. Zira zaten içinde insanın konuşlandığı her şey zaten hayata nihai olarak benzer. Hayat da zaten insanın diğer insanlarla, diğer insanların içindeki diğer insanlarla kurduğu münasebetin bir bileşkesi değil midir? Değildir işte, biraz daha fazlasıdır hayat. Rilke’nin bir sözü vardır ‘hayatın her duruma hakkı vardır’ diye, işte bu anlamda her duruma hakkı olan hayat bize onu kolayca bir çırpıda tanımlamamız olanağını vermiyor. Hep söylediğimizden biraz daha fazlası oluveriyor, düşündüğümüzden biraz daha fazlası oluveriyor, hissettiğimizden hatta. Çünkü hayatı tanzim eden yalnızca insan değil ki? İnsanın üstünde dönenip duran tarafları da var, insanın gaybında dönenip duran tarafları, insanın henüz erişemediği tarafları da. Hayat için söylediklerimiz futbol için de geçerli bir anlamda. Nasıl mı? Bir adam neden defans oynar sorusu sizce bir adam neden şair olur sorusunda çok mu farklı bir sorudur? Bir adamın şair olmasında kendisinin ne kadar payı varsa defans oynamasında da ‘kendisinin’ o kadar payı vardır demek çok mu abesle iştigal olur? Şuna getirmeye çalışıyorum işi: nasıl ki kader diye bir şey var ve nasıl ki kuşlar bile kaderle uçar o anlamda diyebiliriz ki savunma oynamak, kaleci olmak, forvette durmak da en nihayetinde kader meselesidir. Tabiî ki bu genellemeyi yaparken çevresel faktörleri, efendime söyleyeyim diğer somut şartları sabitleyerek konuşuyoruz. Örneğin benim kendimi bildim bileli defans oynamam ağabeyimle alakalı bir mevzudur. Zira futbola ağabeyimin ayağındaki topu kapma göreviyle başladım ki kendisi doğuştan forvet diye adlandırdığım bir cinstendir ve ayrı bir yazı konusudur. Şimdi benim defans oynamam kader değil, öyle mi? Abimin olması da bir kader mevzusu değil mi öyleyse? O forvetleştikçe ben defans denen yalnızlık alanında bekledim durdum, öyle ki artık topu kaptığımda yapacak pek bir şeyim kalmazdı, topu gene ona verirdim yeniden kapmak için. Bir nevi Okan Buruk sendromu.
İşte tam da buradan defans oynamak olayına temiz bir giriş yapmak istiyorum. Bir genelleme yapacak olursak rahatlıkla şöyle diyebiliriz galiba: kaleciler genelde deli olur, çılgın olur, dengesiz olur, meczupça davranır. Oliver Kahn sizce normal bir adam mıydı? Yahut senelerdir yan toplardan gol yemesine rağmen hala yan toplardan gol yemekte ısrar eden Rüştü Reçber normal bir adam mıdır? Gözlerine bıkmaksızın sürdüğü sürmelerden de bir sonuç çıkarabiliriz hatta hiç yan top meselesine gelmeden.(zira yan toplar Türk futbolunun kanayan yarasıdır.).Hayrettin’i hatırlayın. Eski milli kaleci Yaşar’ı hatırlayın. Ki kaleci Yaşar deyince muzip bir tebessüm belirmiyor mu babalarımızın suratında? Ya 6 gol yedikten sonra hala sırıtan Şorumnu, ya ötesi var mı? Kaleciler delidir.
Forvetleri düşünün şimdi de: hepsi 'artiz' tipler değil mi? Artist bir de gamsız. Baggio, Del Piero, Tanju, Jardel, Kezman, Anelka vs vs. Tabi burada istisnaları bir nevi yok sayıyoruz. yoksa Hakan Şükür gibi bir örnek de var, golü en az düşünen ama ne hikmetse yüzlerce gol atmış bir istisnai forvet. Neyse biz konumuza dönelim. Orta saha oynayanları düşünelim: Zidane, Gerard, Kaka, Diego, Oğuz Çetin, Alex, Tugay. Bu ağabeylerimiz de karizmalarıyla müsemma topçular. Gelgelim defans adamlarını böyle bir kategorizasyona sokamıyoruz. Sanki defans adamı sahada kalan boşluğu doldurmak adına defansa geçmiş gibi gelir bana. Dahası orayı bir forvetin ileri ucu sahiplendiğinden çok daha fazla sahiplenir. Diğerkamdır defans adamları. Böyle olmak zorunda gibidirler, oysaki bu zorundalık bir yerden sonra büyük bir haz verir onlara sanki. Bundan mı hep türkü dinler gibi gelir bana defans oyuncuları? Acıyı bal eyledik’i mırıldanırlar sanki her kestikleri topun akabinde. Biliyorum fazla romantik bir yaklaşım ama zaten lirik futbol demedik mi biz futbol meşgalemize? Ayrıca gerçekten de en pastoral yanı değil midir defans alanı futbolun. Ve biz şehir sakinleri pastoral her şeyde lirik bir koku almaz mıyız? Tribünden izlediğiniz bir maçı düşünün. Takım hücum yapıyorken,22 futbolcunun çoğu karşı kale sahasında iken boş kalan diğer yarı saha hep kırları, köyleri anımsatmaz mı size de? Ve topun oynanmakta olduğu yarı saha şehri, bütün gürültüsü, patırtısı, hırgürü, mücadelesi, hırsı ile şehir hatırlatmaz mı?
Ve savunma yapmak, rakipleri karşılamak incecik bir iş değil midir ve nerdeyse bütünüyle kederi anımsatmaz mı?
Yardıma gelin ulan artık defansa!
Yunus Melih Özdağ
22 Ocak 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Cepler boş, tribünler boş
Türkiye’ye gelen yabancı futbolcuların ilk röportajlarında olmazsa olmaz bir cümle vardır hani, geldikleri takımın çok ateşli bir taraf...
-
“Sadece futboldan anlayan, futboldan da anlamaz” Luis Cesar Menotti
-
Bu haftanın parlayan yıldızı tartışmasız olarak Napoli'nin Uruguay'lı santraforu Edinson Cavani. Dünya Kupası boyunca Uruguay milli ...
-
CEZA SAHASINDA BİR ECZA:FREDERIC KANOUTE Üstadı ara ara hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var.Çete Dergisi kendisi için "Endülüs'...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder