23 Aralık 2008 Salı

10 Numara (Top) Oynamak

Futbol icat edileli beri herhalde en ilgi çeken ve futbola olan coşkuyu had safhada tutmayı başaran forma numarası 10 numaralar olagelmiştir. Futbolun nihai olarak bir şov olduğundan hareketle yola çıkarsak 10 numaraların da bu şovun en göze hoş gelen şovmenleri olduğu gerçeğini kabul etmek durumundayız. Şöyle ki hangi Türk taraftara sorarsanız sorun şu an en fazla yeniden izlemek istedikleri topçu Sergen Yalçındır yahut Oğuz Çetin. Kimse bu ayaklar dururken tekrar Müjdat’ı, Recep’i vs vs izlemeyi tercih etmez herhalde. Bu dünya futbolu için konuşulacak olursa da aşağı yukarı böyledir. Öyle zannediyorum ki sahada futbol oynanırken de futboldan en fazla zevki alan da 10 numaralardır ki tabi aldıkları zevk ölçüsünde seyir zevki vermeleri de işin cabası. Ne yapar 10 numara sahada? Pas alır, pas verir, araya atar, çalım atar, oyunu açar, şut atar. aslında ofans için gereken her şeyi yapar yapmasına da iş savunma kısmına gelince 10 numaraların hemen hemen hepsi tembeldir ve bu tembellik meselesi de aşağıda da değineceğimiz gibi yakın bir zamana kadar Avrupa futbolunun diğer bir deyişle modern futbolun katlanmak zorunda olduğu bir meseleydi. Şimdi ise Avrupa futbolu nerdeyse 10 numara kavramına veda etmiş durumda. Artık Avrupa futbolunda ofansta ne kadar yetenekli olursa olsun her futbolcu savunmaya yeteri özeni göstermek durumunda. Şöyle diyelim yetenek hükümranlığını istikrar ve fizik gücüne bıraktı. Öyle olmasa Avrupa’nın en iyi kulüpleri misal Chelsea senelerdir Lampard’ı oynatacağına Lincoln’u alır onu oynatırdı. Zira işe salt yetenek olarak bakacaksak Lincoln’un Lampard’dan daha yetenekli olduğunu düşünüyorum. Fakat Lampard’ın müthiş istikrarı, savunmada ve hücumda aynı anda yeteri kadar takımına destek sağlaması ve fizik gücü onu Lincoln’dan daha değerli bir futbolcu yapmaya yetiyor da artıyor. Rıdvan Dilmen’in klasik bir sözü var ya Alex, Lincoln koşsa Real’de, Barca’da oynar diye, kesinlikle katıldığım bir söz. Yoksa Xavi olsun Guti olsun bu ikisinden daha yetenekli adamlar değil. Ama kesinlikle çok daha fazla koşuyorlar ve bu onları ilk elden bir adım öne çıkarıyor.

Avrupa futbolu artık öyle bir yere geldi ki nerdeyse kaleci bile hücuma çıkacak, karşı kalede ısınan yedek forvetler bile defansa yardım edecek gibi geliyor insana. Futbol zaman geçtikçe kolektifleşiyor, oyuncuların birbirleriyle uyumu kendi yeteneklerinden bile daha ön plana çıkıyor. Takım olmak denen olguyu oturttun mu taktiğin ve futbolcuların yeteneği eskisi kadar büyük fark yaratmıyor. Artık farkı yaratan asli unsur: oyuncuların birbirleriyle uyumu ve kolektif bir hücum ve savunma hattı. Bu kolektiflik doğal olarak oyunun oynanma hızını artırıyor ve bu da hız da yüksek fizik gücü ve temeli çok sağlam mental bir futbol eğitimi almış futbolcular istiyor. Örneğin neo 10 numara diyebileceğimiz adamların ilki olan Kaka’yı ele alalım. Kaka olağanüstü yetenekli bir adam. Yapmadığı yok nerdeyse. Gol atıyor, kenarlara iniyor, araya top atıyor, kafaya çıkıyor. Ama işin en önemlisi de savunma da yapıyor. Zaten Milan’da oynayabilmesini bu olağanüstü yeteneklerinden ziyade işte bu savunma yapıyor olması sağlıyor. Yoksa Türkiye ligi, Yunan ligi gibi yetenek çöplüklerinde oynardı yahut kendi liginde. Schalke Lincoln’u gönderip yerine Rakitic’i alınca şaşırmıştım. Çünkü Lincoln Kaka ve Diego Juninho ile birlikte 10 numara olarak Avrupa futbolunda yer bulmuş futbolculardan biriydi gözümde. Lakin Türkiye’ye gelince gördük ki Lincoln canı isteyince oynayan hatta inanılmaz oynayan canı istemeyince oynamayan bir adammış. Yani yeteneklerinin hizmetkârı bir adam, yoksa yeteneklerini eğitilmiş köpeği gibi kullanan bir adam değil.(insan burada Zidane’ı anımsıyor, yutkunuyor, ne futboldu o be, sahalardan çok şiire yakışan, neyse upuzun bir yazı konusudur, bir gün mutlaka)

Nihai olarak şöyle söyleyelim: Türkiye, Brezilya, Yunan ligi gibi alt ligleri saymazsak futbolun artık gereksindiği futbolcuların ne kadar yetenekli olursa olsun oyunu iki yönlü oynayan topçular olduğunu artık anlamamız gerekiyor. Alex’in, Lincoln’un, Delgado’nun, Yusuf Şimşek’in Avrupa futbolunda yatacak yeri yok ama Türkiye liginde malı ne yazık ki onlar götürüyor. Kulüplerimizin bu 10 numara sevdasından vazgeçip kadro yapılarını bir an evvel yeni futbolun gerektirdiği yapıya kavuşturması şart. Türkiye liginde böyle her zaman başarılı olunur, hatta hatırlarsanız Alex geçtim asist krallığını gol kralı olmuştur iki sezon evvel. Bu Alex’in muhteşem bir topçu olmasından çok Türkiye liginin yapısı ve Alex’in yeteneklerini ortaya rahatlıkla çıkarabilecek bir alan bulmuş olmasındandır. Alex’in kendine bulduğu bu alan Türk futbolunun bir an evvel kapatması gereken mental bir boşluktur. Ki bu alanı sadece Alex değil Sergen yıllarca sömürdü, çalım atışına hepimiz ağzımız açık baktık lakin bir Litmanen’in Finlandiya milli takımına, Riise’nin Norveç milli takımına kazandırdığının çok daha azını kazandırdı Türk milli takımına. Hatta ne kadar yeni olursa olsun Mehmet Aurelio bile şimdiden çok daha yararlı işler yapmıştır Türk milli takımı adına. yani 10 numara birtakım olmak için artık 10 numara’lara ihtiyaç yok.

Şöyle noktalasak:10 numara güzel sarışın kızların aptal olmasına müsamaha edilmiyor artık.

14 Aralık 2008 Pazar

Derbi Haftası


Bir “El Clasico” daha geride kaldı.Haftanın ortasından beri heyecanla beklenen,Bercolana’nın büyük favori olduğu ve daha oynanmadan bir teknik direktörün görevine son verdiren derbi Barcelona’nın galibiyeti ile son buldu.Real Madrid yönetimi Schuster’in “Bercelona’yı yenmemiz imkansız” sözünü kaldıramamış olacak ki ; görevine hafta başında son verdiler.Açıkçası işler pek iç açıcı değildi Madrid ekibinde ; bu maç iyi bir başlangıç olabilirdi onlar için fakat maç sonucu hiç de istedikleri gibi değildi.

Bu derbide bütün sözü Bercelona söyledi diyebiliriz zira 30.dakikada topa sahip olma oranları yüzde yetmiş bir ,85.dakika civarında ise yüzde yetmiş dörttü.Real Madrid sadece kapandı ve kontralar denedi ki iki önemli pozisyonu da kullanamadı.Madrid ekibinin uzun süre gol yememesinin baş mimarları Cannavaro ve Casillas ikilisiydi.Cannavaro,catanacio anlayışının dünyadaki en iyi uygulayıcısı olduğunu bir kez daha gösterdi.Casillas ise hem kurtardığı penaltı hem de önemli pozisyonlarda yaptığı kurtarışlarla uzun süre kalesini gole kapadı.Madrid tarafı için söyleyeceğim son not ise oyuna sonradan giren Miquel Palanca adlı genç oyuncunun etkili oyunuydu.

Barcelona , bence bu maçta futbol oynamak yerine,kralın takımı olan Real Madrid’e ,faşist Franco’nun Barcelona’ya yaptığı haksızlıkların cezasını ödetiyordu.Franco zamanında Barcelona takımına bariz haksızlıklar yapıldı hatta dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından biri olarak kabul edilen Di Stefano’nun Barcelona’ya transfer olması engellendi ve Di Stefano Madrid takımına getirildi.İşte bugün sahada bunların hesabı yapılan her pasda soruldu galiba.(Bercelona’nın baya bi pas yaptığını düşünürsek acılarının ne kadar derin olduğunu anlayabiliriz.).Bu bildiğimiz intikam senaryolarına da benzemiyordu,her şey kuralına göreydi sahada,haklarını tanrının onlara bahşettiği yeteneklerle geri aldılar.Tabiki tanrının yetenek konusunda en çok kıyak geçtiği adam Messi baş rolü oynadı.Barcelona takımı pas yapma kabiliyeti fazla olan oyuncuları sayesinde topu sürekli dolaştırarak rakibin boşluklarını kullanmaya çalışıyor ama bazen o kadar çok pas yapıyorlar ki gol atmayı unutuyorlar.Sevilla takımında uzaklardan etkili vuruşlar yapan Daniel Alves eskiden vurduğu yerlerden sert vuruşlar yapmak yerine Messi’ye pas atmayı tercih ediyor.Türkiye Ligi’nde de Gaziantep Spor takımı sürekli pas yapmayı düşündüğünden kaleye çok fazla gidemiyor.Bercelona takımında o kadar yetenekli oyuncular var ki istedikleri anda kaleye direk olarak gidebiliyor ve skoru değiştirebiliyorlar.Penaltının kaçmasından sonra bunu daha net gördük.Eto’o ilk yarıda pas verdiği yerden artık kaleye vurmaya başladı ve bu düşünce değişikliği golleri getirdi.Antep takımında ise o kadar yetenekli oyuncu olmayınca iyi kapanan takımlara karşı maçı çevirmek zor oluyor .Sonuç itibari ile Barcelona’nın bitmek bilmez pas trafiğini izlemekten zaman zaman yorulsak da keyifli bir maç izledik ayrıca gecikilmiş bir hakkın alınması da haz verdi bizlere.

Juventus-Milan maçı ise daha gollu geçen bir derbi oldu.İtalya Ligi’nde çok fazla gollu maç olmaz tezi galiba geride kalıyor,çünkü bu hafta Bologna-Torino maçı 5-2,Inter-Chievo maçı derbi gibi 4-2’lık skorla bitti.İtalya’da savunma anlayışı hep ön planda olmuştur fakat artık takımlar, hücum yollarında daha etkili olmayı da öğrenmiş gibiler.Derbide Juventus’un bariz üstünlüğü vardı. Del Piero’nun kaptanlığında bu sene beklenenin üstünde performans göstermelerinin yanında, Milan maçından aldıkları puan onları ligin üst sıralarında tuttu.Amauri’nin etkili oyunu ve attığı gol maçın Juventus lehine dönmesinde etkili oldu.Ayrıca Nedved’in sakatlanması sonucu oyuna giren 22 yaşındaki genç De Ceglie başarılı oyunuyla göz doldurdu.Son zamanlarda yıldızı parlayan Sebastian Giovinco ile De Ceglie ilerleyen zamanda bu takımda yer alacaklar gibi görünüyor.Milan tarafında ise Kaka ve Gattuso’nun yokluğu takımı etkilemiş görünüyor.Pirlo da sakatlıktan yeni çıktığı için istenilen performansı ortaya koyamayınca orta sahada etkili olamadılar.Genç yetenek Pato ise gol dışında pek ortalarda yoktu.Ronaldinho ise “dün akşamki “El Clasico”da olmalıydım” diyordu galiba kendi kendine.

Bu hafta sonu iki büyük derbiyle ve Sivas Spor’un liderliğiyle geçti.Güzeldi…

6 Aralık 2008 Cumartesi

İspanyolların Hollanda Aşkı



İspanya takımlarının Hollandalı futbolcu aşkı uzun zamandan beri devam ediyor.Bu aşk dolayısı ile bir çok Hollandalı oyuncu, özellikle Barcelona ve Real Madrid gibi büyük takımlara gelip gittiler.Hala da bu takımlara transfer olamaya devam ediyorlar.Bu furyaya en son Ajax’ın genç golcüsü Huntelaar da katıldı.Bu aşk kolay kolay bitmeyecek gibi görünüyor.

Hollanda futbolu Avrupa’nın Brezilyasını oluşturuyor bana kalırsa. İngiltere’nin klasik 4-4-2 anlayışı, İtalya’nın klasik catanacio anlayışı ve Almanların disiplinli futbolu yanında ,Hollanda futbolu hep bir farklılık arz etmiştir.Bireysel yetenekleri iyi olan oyuncular her zaman olmuştur Hollanda takımlarında. Gullit, Van Basten, Rijkaart gibi futbolcuları yaşım itibari ile çok fazla izleyemesem de Dennis Berkamp gibi bir yeteneği yakından izleme fırsatı buldum.Saymaya kalksak gerçekten çok fazla seyir zevki veren oyuncu çıkmıştır bu ülkeden.Bu oyuncular ,yeteneklerini takım oyunuyla da birleştirdiklerinde zevkli turnuvalar izlettirdiler bizlere..Bunu son Avrupa Şampiyonası’nda da gösterdiler zaten.Özellikle İtalya gibi bir takıma 3 gol atmayı başarmak ancak böyle bir takımın altında kalkacağı bir işti.

Hollanda futbolunun bu özelliğini bilen kıta takımları,bu futbolculara kadrolarında gerek futbolcu , gerek teknik direktör olarak çok fazla yer verdiler.Özellikler İspanya takımları Hollandalı futbol adamlarından vazgeçemiyor.Aslında bu süreç Barcelona’nın Johan Cruyff’u teknik direktör olarak göreve getirmesiyle başladı. Cruyff 1988 -1996 yılları arası tam 8 yıl takımın başında kaldı ve önemli başarılar kazandı.Bu başarılı dönemin ardından Louis Van Gaal dönemi başladı ve 1997-2000 ve 2002-2003 sezonları boyunca devam etti.Son olarak da 5 yıllık bir Frank Rijkaard (2003-2008) dönemi yaşandı.Bu teknik direktörler görev başındayken bir çok Hollandalı Futbolcu transfer oldu bu takımlara.Aklıma ilk başta gelenler Kluivert, Overmars, Cocu, Davids, F.Deboer, Michael Reiziger,Zenden …

Real Madrid ise bu dönemde Leo Beenhacker(1992) ve Guus Hiddink(1998-1999) ile çalıştı.Real hem teknik direktör hem de futbolcu olarak Barcelona kadar Hollandalı futbol adamlarına yer vermemiş bu dönem içinde.Futbolcu olarak da benim aklımda kalan Seedorf var sadece.Son zamanlarda ise bu tablo değişmiş gibi gözüküyor. Şu an Real Madrid’in kadrosunda beş tane Hollandalı futbolcu var. ( Drenthe , Robben,Van der Vaart, Snijder ve Van Nistelrooy).Bunlara şimdi de Huntelaar ekleniyor.Huntelaar,hava hakimiyeti olmasına rağmen,frikik golleri atabilecek kadar teknik bir oyuncu.Son yıllarda da Ajax’ın gol yükünü fazlasıyla çeken bir futbolcuydu. Ben Huntelaar’ın Real’de sakatlıklardan doğan bu fırsatı iyi değerlendirip başarılı olacağını düşünüyorum.Umarım Barcelona’dan sonra Real Madrid’i saran Hollandalı aşkı onlara da başarı getirir.




Alper Özdemir

2 Aralık 2008 Salı

Sivasspor

Sivasspor geçen sezon o kadar başarılı oldu ki, senelerdir dört büyük oligarşisinden sıkılan tüm futbolseverler ister istemez ince bir heyecan duydu. Amma velâkin birçokları Sivas’ın aynı başarıyı bu sezon da gösterip gösteremeyeceği noktasında şüpheliydi. Gerçi bu şüphe de haksız da sayılmazlardı nitekim Trabzon ve hatta Kayseri de dâhil şampiyonluk hesabı yapan diğer beş takım da kadrolarını bir hayli sıkılaştırmışlardı. Fenerbahçe Emre ve Güiza’yı kadrosuna dahil ederken Galatasaray Baros,Meira,Kewell,De Sanctis gibi tanınmış oyuncuları transfer etmişti.Beşiktaş ise Türk stoper sendromlarını yaşamamak adına iki kötü sayılmayacak stoper almıştı.Sivasspor ise Bursaspor’un santrforu Tum ve gene Bursa’dan orta saha oyuncusu İbrahim’i kadrosuna dahil etti.şimdi diğer beş takımın yaptığı transferlere bakınca Sivas’ın transferleri hakikaten hafif kalıyor biraz.zira Tum bir santrfor olmasına rağmen son vuruş konusunda ciddi sıkıntıları olan ikinci sınıf bir forvet.gerçi Bülent hoca onu orta sahaya daha yakın oynatarak ondan faydalanabiliyor ya olsun gene de şampiyonluğa oynayan bir takımın Tum gibi bir futbolcuya çok da muhtaç olduğunu pek zannetmiyorum.bu kötü transfer politikasına rağmen Sivasspor ligin 13.haftası itibariyle hiç de geçen sezonu aratır bir halde değil.ligde şu an 25 puanla liderin 3 puan gerisinde Beşiktaş’la aynı puanda 3.sıradalar.oynadıkları futbol,gösterdikleri mücadele itibariyle de geçen sezonki durumlarından pek farklı değiller.geçen sezonun 13.haftasında 31 puanları varken şimdi 25 puanları var lakin bu 6 puanlık farkı başarısızlık olarak addetmek biraz haksızlık olur.zira geçen sezona göre Galatasaray 7 Fenerbahçe 2 Beşiktaş 1 puan geride.öte yandan Ankaraspor geçen sezon aynı hafta 8 puanda iken bu sezon 13.haftada topladığı puan 23.Trabzonspor için de durum böyle hemen hemen.geçen sezon 13.hafta 16 puanda iken bu sezon 28 puanla liderler.ayrıca 3 büyük de geçen sene ile kıyaslandığında daha fazla puan kaybetmişler.sonuç itibariyle yarışa daha fazla takımın katılması da Sivasspor’un geçen sezona oranla 6 puan geride olmasının önemli bir sebebi.gerçi yarışa daha fazla takımın katılması Anadolu takımlarının kıpırdanmasından mı yoksa 3 büyüklerin beceriksizliğinden mi bunu kestirebilmek hayli güç.

Gelgelim gene aynı o büyük, güzel, heyecan verici soruya: Sivasspor şampiyon olur mu? Geçen sezon bu soruyu sorarken biraz hafif de olsa ütopyanın o gerçekten uzaklaşma hissi veren kokusu burnuma ufak ufak çarpıyordu ama bu yıl sanki biraz daha az alıyorum olmazın, olamazın o heyecan öldüren kokusunu. Hele hele 3 büyüklerin bu kötü oyunu, yönetimi bu sezon böyle aşikârken, hele hele gözler Trabzon’un bu kadar üzerindeyken ve de en önemlisi Sivas büyüklerle oynamayı bu sezon bu kadar iyi öğrenmişken(bu sezon hiçbir şampiyonluk adayı takıma yenilmedi Sivas, Trabzon ve Kayseri dâhil).Bir de şu var tabi: Ayhan ile beraber Türkiye’nin en verimli orta saha oyuncularından biri olan Musa Aydın ile artık ezbere oynayabilen Mehmet yıldız bu kadar formdayken. Bakalım göreceğiz lakin şampiyon olmasa dahi Sivas’ın bu sezon gene en az ilk beşte olacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Transfer arasında iki iyi transfer de birbirini çok iyi tanıyan oyunculardan kurulu bu takıma fayda sağlar görüşündeyim.

Nihayetinde şunu söyleyelim: Sivasspor şampiyon olsa da olmasa da Türk futboluna ve ligine kattığı renkle, mücadele ruhuyla bile övgüyü fazlasıyla hak ediyor.

Cepler boş, tribünler boş

Türkiye’ye gelen yabancı futbolcuların ilk röportajlarında olmazsa olmaz bir cümle vardır hani, geldikleri takımın çok ateşli bir taraf...